BAĞLANTILAR

5 Ağustos 2016 Cuma

Küçük Temalar - Tematik Bütünlük - Edebiyat

Uzun zamandır bloga bu tarz şeyler yazmıyordum. Bu uzun aradan sonra bir duruma takılı kaldım ve hemen yazayım oldum.

Belki yine yazı başlığını seçerken yanlış yapmış olabilirim, ancak konuyu açacağım. Günümüz yazın dünyasında, yeni kuşak - genç kuşak, yeni nesil edebiyat ürünlerinde dikkatimi çeken bir durumdan bahsedeceğim. Şöyle ki, günümüzün genç nesil edebiyat ürünlerinde, öykü veya öykücüklerinde tek bir hedefe kilitli derinlikten gayet uzak yazılar okumaktayız.

Elbette her hikâye bir hedefe odaklıdır. Ancak bu hedefe giderken yan anlamlar, çukurlar, dönemeçler vs vardır bizim bildiğimiz nitelikli olarak tanımlanan ürünlerde. Yeni nesil edebiyat anlayışından olsa gerek, gayet düz bir anlatımla ilerleyen yeni hikayelerin, sonuca giderken tamamen kendi akışından, sadece okunan şey üzerinden giden bir yapıda olduğunu gözlemliyoruz.

Mesela hikâyenin sonunda bir şey mi kaybedilecek, hemen ona doğru dizgelenmiş ilerlemeyle, aslında var olan sonuca gidiyoruz. Bu yazdıklarım elbette sözüm ona olan ürünler için geçerli. Bu ürünlerin günümüz dergiciliğinde çoğunluğu oluşturduğunu da belirtmem lazım elbet.

Oysa eski gelenekten gelen günümüz çağdaş yazarlarının yeni eserlerine bir göz atmakta fayda var. Veya gerçekten 'nitelikli' kategoride olanlara. En 'basit' bir cümlenin altında bile başka şeyler düşündüren, başka şeyler üzerinden imgeler oluşturan, izlekler sunan zengin bir yapıları var. Bir cümleden, bir paragraftan bile küçük hikayecikler sunarlar. Bu sayede hedefteki sonuca giderken bir çeşit yolculuk yaparız. Bu türdeki yazılarsa tematik bir bütünlüktedir. Temacıklar aslında ana temaya hizmet eder. Bütünlük oluştururlar.

Her yazı böyle parçalardan oluşmak zorunda mıdır, değildir tabii ki. Ancak popüler, ana akım ve pazar amaçlı çıkan kitaplara baktığımızda aslında düz hikâyelerle benzer bir durumla karşılaşıyoruz. Okuyucuyu derinlikten uzak tutan, sadece yazan cümleler üstünde kalmasına neden olan düz bir anlatım, okuyanın sorgulamasına izin vermeyen pasif okuyucuya hizmet eder.

Günümüzde nitelikli olarak gösterilen, yeni nesil ve satışı iyi olan edebiyat dergilerinde işte tam da bu noktada durmamız lazım. Çünkü eğer, çağı beraberinde taşıyan edebiyat dergileri okuyanını pasif hale getiriyorsa burada bir sorun var demektir. Bu durum pazar payı için, popüler kültüre alt taraftan hizmet eder. Bu dergilerde de bunu görmekteyiz ne yazık ki. Çıkış niyetleri iyi olan dergilerde de bir çağ sendromu olarak aynı durumla karşılaşıyoruz.

Bu durumdan nasıl kurtulunur bilinmez, ancak sürekli ön plana çıkmak isteyen, kendi içinde küçük gruplar halinde her yayının belli kitleler üzerinde var olması bu durumu tetiklemektedir. Çünkü post-modern kültürü buram buram büyüten bir sistemdir bu. Her yeni oluşum güzel bir şey olarak yeni isimleri de okuyabilmemizi sağlıyor. Ancak bu dağınıklık kimlik yapısı oluşturmayacağından ve bu her yeni oluşum satış için ana akımın yaptıklarını yapmaya çalıştığından niteliğini kaybediyor. Her okuyanını da yazmaya sevk edebilecek gündelik yazılar, kimliği ve niteliği zedeleyici bir unsur oluyor.

Elbette yazının niteliği, tematik bütünlüğü olan, aktif okuyucusu olan bir sistemde, okuyucu daha çok bu alana yönelecektir. Pasif okuyucu faydaları doğrultusunda niteliği yükseltmek için değil, para harcamak ve bir boşluğu doldurmak, kitleleri yakalamak için bu sistemde yer almak durumundadır.

Bu oluşumda çuvaldızı nitelikli olarak gösterilen edebiyat oluşumlarına da batırmak lazım. Çünkü onlar da sadece kendi çevrelerini var ederek yeni seslere yer vermemektedir. Yer verseler, burada yeni yeni tutunmaya çalışanların kendi çıtası da düşmemek üzere yükselecektir. Hal böyle olunca, burada yer alamayan her oluşum kendi küçük yapılaşmasını kuracak ve dağınıklık baş gösterecektir. İyi ve kötü yanları olsa da kimlik ve nitelik bu şekilde zedelenip parçalara bölünecektir.

Yazdıklarım biraz karışık olabilir her zamanki gibi. Ancak buradaki sorun dergilerden veya dergicilikten çok nitelikli yazın dünyasının var olabilme gücünü koruyabilmesidir. Önemli olan da aslında kitaplarda veya dergilerde veya başka mecralarda nitelikli eserlerin var olmasını sağlamaktır.

Edebiyat dergiciliği için satış önemlidir elbette. Ancak bunu ana akımın yollarını kullanarak değil, var olan  duruşu ve yapıyı koruyarak yapmak gerekir. Diğer türlü yazın dünyamız niteliğini ve en önemlisi kimliğini kaybeder. Kaybolan bir kimliği toparlamak, şu post-modern çağın ve popüler kültürün, küresel dünyanın yeni düzeninde eskisinden çok daha zor olacaktır büyük ihtimalle.


19 Mart 2016 Cumartesi

Bir Müzik

Öylesine kendi kendime geçirdiğim zamanlarda bir şeyler yapmayı severim. Tabi bu genelde bilgisayar başında çeşitli uğraşlar vermek anlamına geliyor. Artık bilgisayarda herhangi bir şey yapmadan bir şey yapmak pek yeterli olamıyor. Tabi doğru kullanmak şartıyla. Elbette sanalı, çağın içinde olduğu buhranı büyütecek şekilde kullanmıyorum. Tavsiye de etmem.

Bir şeyler çizdim, düşündüm, sesini tonladım derken şöyle bir şey çıktı ortaya. Arada denebilir bir şey olarak stres atmak için uygun olabilir.


Yaklaşık bir günde, uzun bir dikkat ve mesai harcayarak yaptığımı da söylemeliyim.


19 Ocak 2016 Salı

Günümüzde Bu Tarz Şarkıların Olamayışı Üzerine

Yine uzun zaman aralıklı olarak bloga bir şeyler yazmıyorum. Rastgele seçeneğinde müzik dinlerken eskilerden sevdiğim bir şarkı çıktı ve sonrasında da hemen şunu bir yazayım dedim aslında. Konuyu çok uzun yazmayacağım zaten. Bu bahsettiğim şarkı Kargo müzik grubunun ilk albümünden. O zamanlar grubun solisti Deniz Aytekin. Deniz Aytekin yorumuyla söylenmiş olan "Yıllar Sonra" adlı bu şarkı, tarihimize adını iyi şekilde yazdırmıştır zaten.

Önce parça şöyle bir çalsın şurada, dinleyebilirsiniz:


O zamanın teknik imkanları ve kalitesiyle yapılmış mütevazı bir de klip aslında. Peki biz gibi kuşaklar bu parçaları neden bir daha bulamaz, bu parçalar neden bir daha olmaz ona geleyim. Biz derken x kuşağının son ve y kuşağının ilk yarısına denk gelenler tabi, bunun belirteyim.

O zamanları az çok bilenler veya tahmin edenler bilir ki böyle günüzümdeki gibi teknolojiler, akıllı telefonlar, bilgisayarlar, evet evet bilgisayarlar falan yok elbet. Gençlik okula gider, ders çıkışları evine döner. Öğleden sonra bunu tercih edenler sokağa çıkar, halen az çok devam eden o semt kültürünün birer mensubu olurlardı. Bu olmazsa öğleden sonraki çizgi film kuşağını izleyebilirlerdi. Sabahkilerin tekrarlarını. Haftasonları bile olsa erken kalkar ve televizyonda yayınlanan sevimli kahramanlar gibi çizgi filmleri izlerdi. Neyse, işin betimlemelik nostaljik boyutunu bir kenara bırakayım. Öyleydi işte.

Şimdi herkesin tamamen akıllı telefonları, tabletleri; internetlerinin yanında bir de sanal olarak var oldukları kimlikleri var. Bizlerin de var tabii. Bu şarkılar neden bir daha olmaz diyecek olursak da tam bu noktada yola çıkmak gerek. Eskiden ilkokullarda liselerde okuayanlar, evlerinden mahallelerinden taşınır giderlerdi. Ya da buralardan mezun olduktan sonra aynı semtte tesadüfen karşılaşmak dışında, kimseleri görmek pek mümkün olmazdı. Genelinde ise, bulunulan ortamlarda bir kez ayrılış oldu mu bir daha bu ilgili kişileri bulmak-görmek mümkün olmazdı. Okulları, yaşantıları değişirdi. Daha sonra da yok olunurdu.

Şimdi kaybolan kişilerin adını Facebook, Twitter ya da bilmem nerede aratarak bulmak eskisine göre pek kolay oluyor. Elbette günümüzde bunları kullanmayanlar vardır ve eskisi gibi kaybolanlar vardır; ancak bu yine de eskisi gibi olmayacaktır. Çünkü illa ki artık bir şey için bile olsa birilerinin işi internet dünyasına düşüyor.

Tahmin edilebilir ki belki de şarkının hikayesi böyle değildir. Belki biliniyordur nerede olduğu, belki olması istenmeyen şeyler bir küçük ifadeden dolayı olmuştur; ya da olmamıştır. Bense şarkıyı üzerinde düşündüğüm sosyolojik temelde yorumlamak istedim. Çünkü aslında günümüzde pek anlaşılmayacak olan bir dönemi çok iyi yansıtmaktadır. O dönemler ki, bir anlayışa göre herhalde, iyi olarak kalan son iyi dönemler olsa gerek.