BAĞLANTILAR

20 Şubat 2012 Pazartesi

X Kuşağı – Modernizm – Varoluşçuluk Bağlantısı

Denilebilir ki, x jenerasyonu ile modernizm ve varoluşçuluk (egzistansiyalizm) arasında bağ olur mu? Her şeyin özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası patlak verdiği yakın çağda, kıtalararası bazı konularda benzer süreçler yaşanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın dünya nüfusunu azalttığı 1940’lı yıllar ve sonrası, azalan nüfusu arttırmak için ülkeler yeni politikalar geliştirmiştir.

Avrupa’da savaş sürecinde ve sonrasında yaşanan bunalımın devamında yaşanan boşluk, hiçlik, anlamsızlık, sorgulama dürtüsü; yeni anlayışları çıkarmıştır. Bunun en önemli örneği Sartre’ın adını koyduğu Varoluşçuluk akımıdır. Avrupa’da büyük yankı uyandırmış, çağdaş felsefe akımları arasında önemli bir yere oturmuştur. Bu sürecin felsefi bağlamında Avrupa’da önemli bir değişiklik yarattığı görülür. Sanatta savaş sonrası psikolojinin etkisi hissedilmiş, varoluşçu akım özellikle edebiyat olarak kendisini her alanda göstermiştir.

Avrupa’da böyle etkili bir süreç yaşanırken, Amerika’da da buna benzer bir süreçten geçildi. Bu süreci en etkili biçimde yaşayanlar da belli bir dönemin yaşayanları olarak ‘x kuşağı’ olarak adlandırıldılar. Kayıp Kuşak, Gen x, X Jenerasyonu vb. şeklinde tanımları da vardır.

Amerika’da ‘X Kuşağı’ dönemine nasıl geçildi? Savaş sonrası bunalımında devletlerin uyguladığı nüfusu artırma politikası, dünyada bir milyar çocuğun dünyaya gelmesine neden olmuştu. Nüfus arttırma politikasını uygulayan ülkelerden birisi de Amerika’dır. Amaç, savaşta azalan nüfusu arttırıp yeni hayatların oluşmasını sağlamaktır. Amerika’da 1946-1964 yılları arasında nüfusun artmasına neden olan kuşak, “baby-boomers” olarak adlandırılır.

Bu süreçte, teknoloji de gelişime aşamasındadır. Kapitalizm gelişme döneminde, sanayileşme güç kazanmakta, şehirleşme hızlanmaktadır. İletişim de değişen dünya düzeninde güçlü bir unsur olmaya başlamaktadır. Nüfusu arttırmak için yapılan çalışmalar arasında yapılan reklamlar, politik propagandalar, televizyon; nüfusun artması aşamasında önemli bir rol oynamıştır. Baby boomers, o dönemde kapital toplum yaşantısına karşı durmuş, patlak veren Rock’n Roll anlayışının da içinde olan kuşaklar arasında olmuştur. Ama buna rağmen gelişen sanayileşmenin etkisi ve yaşam koşulları bunu gerektirdiğinden, bu kuşağın birçoğu fabrikalarda, bant üretimli işlerde, makineleşmiş bir şekilde çalışmaktaydı. Baby-boomers kuşağından sonra gelen ve baby-boomers kuşağından çok farklı olan yeni bir kuşak ortaya çıkmıştır. 1965-1980 yılları arasındaki zamanı kapsayan süreçte ortaya çıkan kuşak, “X Jenerasyonudur”. Diğer tabirle “Kayıp Kuşak”tır.

Bu kuşağın özelliği kendi kendisini yetiştirmiş olmasıdır. Bunun sebebi, yukarıda belirtildiği gibi, ebeveynlerinin değişen dünya düzeni nedeniyle fabrikalarda, çeşitli işlerde makineleşmiş bir şekilde çalışmalarıdır. Böyle olunca da, savaş sonrasında patlak veren nüfus; ebeveynlerinin kontrolü dışında, kendi kendilerini yetiştirmek zorunda kalmasıdır. Bu nedenle ”x jenerasyonu” ya da “kayıp kuşak”ın, aile kavramına bağlanmadan, bireysel özgürlüğü savunarak gerçek özgürlüğü açığa çıkarmalarına neden olmuştur. Bireysel tavır, bu kuşağın toplumla çatışmasına neden olmuş, farklı gördüğü toplumdan dışlanmış hissetmesine kadar ilerlemiştir. Birey, kendisini yaşadığı topluma ait hissetmeyen, bulunduğu yerle çatışma yaşayan uyumsuz, farklı olan biri olmuştur.
Durum o kadar ciddi bir hal almıştır ki, bu kuşaktan önemli bir bölümü evlilik hatta yaşam dâhil birçok şeyi saçma bulmuştur. Birey toplumla çatışma yaşadığından, kendisini dünyaya ait hissetmemekte, bu nedenle iç dünyasına daha fazla yönelmektedir. Bu kuşağın bireyleri artık sosyallikten de uzak, tamamen boşluk ve dışlanmışlık hissiyle karşı karşıya kalmıştır.

X Kuşağının çalıştığı işler, onları; memnun etmemekte, ailelerinden kopuk, bohem ve mutsuz yaşamın içinde sürüklenmelerinde daha da etkili oldu. Yaşadıkları hayat, hiç de reklamlarda onlara sunulan hayat gibi değildi. Saçmalık düşüncesi, alıp başını gitmiş, iç hesaplaşmalar bireyin kendisi ile çatışmasına, her şeyi sorgulamasına ve intiharlara neden olmuştur. Saçma, bireysel düşünce, anlamsızlık, hiçlik, boşluk ve buna benzer anlayışlar x kuşağının düşünce sistemlerine oturmuştur. Amerika’daki süreç böyleyken, tam burada Avrupa’ya dönmek gerekirse, benzer bir sürecin burada da yaşandığı görülür. Amerika’daki gibi bir kuşak adı olmasa da, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan bunalım, benzer süreçleri beraberinde getirmiştir. Varoluşçuluk akımının dünyada ciddi anlamda ses getirmesi de, benzer süreçlerin yaşandığı bir sistemin her yerde kendisini göstermesidir. Yukarıdaki saçma, hiçlik vs. olarak bahsedilen kavramlar, egzistansiyalist akımın önemli kavramlarıdır. Benzer süreçler benzer sonuçlar doğurmuştur. Ancak Avrupa’daki sistem, önemli bir felsefi altyapı ile birikerek gelmiştir. Bu konuda Avrupa daha öndedir, Amerika örneği, benzer sürecin olduğunun detaylı açıklamasıdır.

Modernizm, 1800’lü yılların sonunda yavaş yavaş doğmaya başlamışken, aslında İkinci Dünya Savaşı modernizmi getirmiştir tam anlamıyla. Modernizm, -tabii ki çok geniş konudur ve üç beş cümleyle anlatılamaz, ama çok kısa olarak- bireyin içe dönüşü, kendisinden kuşku duyması, ana akıma karşı duruşun ve yabancılaşmanın olduğu bir akımdır. – Avrupa kaynaklı olarak. Sanayileşme de modernizme geçiş sürecinin hızlanmasını sağlamıştır. Ancak Avrupa, bu durumu sanatsal anlamda kullanmayı başarılı bir şekilde gerçekleştirmiştir. Bireyin varoluşçu anlamda yaşadığı hiçlik, saçmalık düşüncesi ve bunalımları özellikle Edebiyat eserlerinde (Sartre, Camus, başta olmak üzere) görülmüştür. Avrupa’da avand-garde anlayışların ardından çok daha etkili ve çok daha güçlü altyapıya sahip sinema akımları bu bağlamda ortaya çıkmıştır.

Görüleceği gibi, bir kıtada “varoluşçuluk” olarak, diğer tarafta oluşum ve anlayış açısından benzer bir durum olarak “X Kuşağı”dır. Modernizm ise, daha geniş açıdan baktıran küresel bir akımdır, oluşumu Avrupa olsa da, belli bir kıtaya mâl edilemez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder