BAĞLANTILAR

17 Ocak 2014 Cuma

Bazı Müzik Albümleri Neden Eskimiyor?

Çok uzağa ya da geçmişe gitmeyeceğim aslında. Sadece müzik tarihimiz içinde çıkmış iki albümden söz edeceğim. Bunlar öyle albümler ki, çok olmasa da aradan yıllar geçmesine rağmen halen dinlenirler. Değerlerini halen korurlar. Bunlar hangi albümler mi?

1 - 1998 tarihli Kent Ozanları albümü,
2 - 2002 tarihli Gitarın Asi Çocukları albümü.

Aralarında dört senelik bir fark var. Yılları göz önünde bulundurduğumuz zaman, o dönemlerde Türkiye'deki müzik anlayışını kısaca yorumlamak gerek. Müzik sektörü neydi, ne değildi şeklinde düşünmek gerek. O dönemlerde; pop, ama günümüz pop müziği değil, arabesk ve fantazi müzik katıştırılmış pop müzik, ana akımın zehir gibi pazarladığı bir türdü. Aslında şimdiki pop müzik ile kıyasladığımız zaman daha iyi denilebiliyor o dönemin bazı kaliteli pop müzikleri için. Ama yine de bütün ülkeyi kasıp kavuran bir furya, pop-fantazi-arabesk furyası, sektörü elinde tutmaktaydı.

Bu tarzın dışında olanlar, sayısı çok fazla olmayan müzik kanallarında zaten gösterilmiyordu genelde. Ki o müzik kanalları da, müzik şirketleri gibi tekel olma yapısını kendi istediği gibi kuruyordu. Böyle olunca da gerçekten tek tip olanların dışında kalan eserlere ulaşmak zor oluyordu. Çünkü her yerde size sunulan sadece tek tip müzikti.

Bazı farklı tarzdaki popüler sanatçılar bu pop-fantazi-arabesk duvarından sıyrılıp öne çıkmayı başarabiliyordu. Onlara da popüler oldukları için, ana akım yer vermek zorunda kalıyordu. Yoksa biliniyordu ki, tarzları hiç de istenmiyordu. Ama nedense bu tek tip TV kanallarında farklı bir tarzda müzik olduğunda, müzik listelerinde hep daha ön sıralarda yer alıyordu. İnsanların buna ihtiyacı vardı çünkü. Ama ana akım şimdi olduğu gibi hiçbir zaman farklı olana göz açtırmadı. Alternatif arayışına giren insanların dışındakiler, ana akımın sunduğu tek tip müziğe mahkum olmak durumunda kaldı. Onlara sunulan ve dinledikleri müzikler dışında başka türlerin varlığından habersiz yaşadı. Şöyle diyeyim; o dönemde kendisini bu müziklerin kollarına bırakanlar, ana akımın onlara taktığı at gözlüğünü kabul etmiş oldular.

Şöyle bir gerçek de var ki, bu insanlar alternatif arayışına çıkmış olsalar bile belki de bulamayacaklardı. Çünkü çok zordu. Nerden bulacaklarını bilemezlerdi ki... Bunun için masraftan da kaçınmamaları gerekiyordu. Ülkenin kaderidir ki, yoksulluklar, acının müziği derken zaten sistem bir şekilde işler durumdaydı. Elbette alternatif arayışı, internetin kullanılmadığı bir dönemde çok fazla ileri gidemezdi. Bugün ileri yaşta olup (23 - 32 civarları), halen tek tip olan ve günümzde ana akımın pazarladığı tür olan elektro-pop müziklerini dinleyenler, geçmişte pop-fantazi-arabesk dinleyenlerden başkaları değildir.

O dönemlerin alternatif sanatçıları da zor durumlardan geçti. Birçok kaliteli yerli gruplar dağıldı, sanatçılar kaderine terk edildi. Günümüzde kimileri yeniden boy göstermeye başladı, ama kimileri de öylece tarihin karanlık yerlerinde kaldı. Elbette ülkemiz için rock tarzı, döneme göre kıyasladığımızda alternatif olandı, en basit örnek olarak. Rock tarzını başarılı bir şekilde taşıyanlar, aslında alternatif yolun açık kalmasını sağladı. Bu elbette öne çıkan isimler içindi. Diğer geride kalan isimler; hayatlarını, canlı performanslarla geçirmek ve ne kadar kaliteli olsalar da kendilerini duyuramadan hayatlarını sürdürmek durumunda kaldı. Ama elbette henüz rövanşı almamışlardı ve sadece bekliyorlardı. Bu durum kemik bir kitlenin de oluşmasını sağlıyordu.

Artık internet ile farklı olana, alternatif olana ulaşmak daha kolay. Ana akım medya halen birilerini ele geçirmeye çalışsa da eskisi kadar etkili değildir. Çünkü insanlar her yerde alternatif olanı az çok görüyor. Tabi bu dikkatli olanlar ve içinde olumlu bir ışık olanlar için geçerlidir. Yoksa elbette günümüz ana akım müziği elektro ve elektro-pop gibi "dım tıs"lardan daha ileri gitmemektedir.

Bu yine uzattığım açıklamadan sonra gelelim şu iki albüme. Bu albümleri, uç örnek oldukları için seçtim. Yoksa o dönemlerde yayınlanan alternatif olan albümler de var. Ama bu albümler halen yüksek dozda güncel oldukları için daha farklıdır. Çünkü albümler farklı sanatçılardan oluşan bir seçkidir. O dönemlerin alternatif olabilecek isimlerinin, ki öyleler, bir araya gelerek eserlerini oluşturduğu bu albümler önemlidir.


1998 tarihli, önemli plak şirketi hatta dönemin alternatiflere en çok önem veren tek ve güçlü plak şirketi Ada Müzik tarafından çıkan "Kent Ozanları" albümündeki parçalar ciddi derecede önemlidir.

Bugün bile halen taviz vermeden, değerini bir an olsun kaybetmeyen, varlığını sürdüren, kimisi için efsane denen bu önemli isimler, o dönemin en parlak işlerinden birine imza atmışlardır. Feridun Hürel'den Mehmet Güreli'ye, Vedat Sakman'dan Taner Öngür'e, Cenk Taner'den Tibet Ağırtan'a, Teoman'dan Nejat Yavaşoğulları'a ve daha fazlasına yer vardı bu albümde. Halen dinlenesidir.

Diğer albüm ise kaliteli rock müzik hakkında uğraş veren Akın Ok öncülüğünde "Gitarın Asi Çocukları" adıyla çıkmıştır. Bu albüm, "Kent Ozanları"na göre elektro gitar sesini daha çok duyduğumuz rock tarzını barındırıyordu ama, elbette içinde yine çok önemli eserler vardı. İki albümde de yer alan isimlerin çoğu, o dönemde kendince kitlesi olan, çoğu bağımsız olarak ayakta durmaya çalışan, daha geçmişte değerli işler yapmış değerli isimlerdi.

İki albümde de yer alan Taner Öngür, Nejat Yavaşoğulları'nın yanında, isimlerini ilk kez bu albümle öne çıkaranlar da vardı. Armağan Sönmez'in yer aldığı eserin de albümde ayrıca önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum.

İşte ülkedeki müzik, her zaman ana akımın pazarlama girişimleriyle insanlara sunuldu. İnsanlar kollarını ana akıma bıraktı.

6 Ocak 2014 Pazartesi

Özgür Edebiyat Dergisi Artık Yok!

Türkiye'de dergi yayıncılığında iyi bir yer edinmiş, adını duyurmuş Özgür Edebiyat Dergisi artık çıkmayacak. Ocak - Şubat 2007 tarihinde yayın hayatına başlayan ve geride çok önemli yazılar bırakan dergi, Kasım - Aralık 2013 tarihli 42. yani son sayısı ile de yayın hayatına son verdiklerini duyurdu.

Yanda gördüğümüz mavi renkli bu dergiyi 2007'nin başında raflarda görmüştük. Böyle bir dergiden haberi olmayan ve kitabevini dolaşan insanlardan ilk olarak fark edenler oldu, fark etmeyenler de.
Ben de dergiyi ilk olarak Beyoğlu İstiklal Caddesi'ndeki Mephisto Kitabevi'nde görmüştüm o zamanlarda. Sade bir kapağı ve bildiğimiz(!) dergi değil de, kitap formatında bir yapısı vardı. Aslında tam da benim sevebileceğim bir formatta. Daha önce yine bu formata benzer bir dergiyi takip ediyordum zaten.

İlk sayısı Mayıs - Haziran 2006 tarihinde çıkan Sözcükler Dergisi'ni de o zamanlar az çok biliyordum. Bir iki sayı almıştım o zamana kadar. Özgür Edebiyat Dergisi'ni de görünce tam bu sevdiğim formatta, hem de ilk sayısı, alayım dedim. Aldım. Ve Özgür Edebiyat Dergisi yolculuğuna bu şekilde başladım.

Zaman oldu, geldi, geçti derken ben üniversiteye başladım, bitirdim. İstanbul dışındaki yaşamda birçok şeyi zor buluyor olmak, bu dergi için de geçerliydi. Yayın süresince dergiyi mümkün olduğu kadar almaya çalıştım. Bazen bulamamaktan, bazen unutmuş olmaktan, bazen de maddi durumlardan dolayı kesintisiz olarak dergiyi her zaman alamadım. Ama öyle veya böyle son âna kadar hep alıp okumaya çalıştım.


Yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi, dergi ilk zamanlarda rengarenk çıkıyordu. Sonra bembeyaz oldu ve bundan sonra dergi adındaki "edeb!yat" kelimesindeki ünlem işaretinin rengi değişti her sayıda. Dergide yazan yazarların listesini çıkarmak doğru bir şey olmayacaktır. Ama derginin ilk süreçlerinde yayın kurulunda Adnan Özer, Tuğrul Tanyol, Metin Celâl ve Atilla Birkiye vardı.

Bir not düşeyim; Atilla Birkiye'yi dergide okuyor olduğum halde kendisini çok daha sonraları fark edecektim... Bu fark etme hakkındaki bir ipucu, İstiklal Kitabevi başlıklı yazımda vardır aslında. Bir fark ediş, bir keşfediş olarak. Neyse...

Zaman geçtikçe yayın kurulu da değişti. Tuğrul Tanyol'un adı yayın kurulunda yazmamaya başladı bir süre sonra. Son sayılara yaklaştıkça da yayın kurulu yerine derginin ilk sayfalarında sadece yayın yönetmeni Metin Celâl'in adı yazıyordu.

Bu formattaki edebiyat dergisini okumak gerçekten çok keyif vericiydi. Dergi, iki ayda bir çıkıyordu. İçinde güncel olarak öykü, şiir, düzyazı, deneme, eleştiri, anı, kimi zaman güncel siyaset içerikli yazılar vs vs birçok içerik vardı. Bu, dergiyi hem güncel hem de dinamik tutuyordu. Elbette diğer edebiyat dergilerinde de hemen hemen böyle; ama Özgür Edebiyat Dergisi (bir de Sözcükler var) yapısal olarak kitap formatında çıkan, sade olan sayfa tasarımları ve popüler olmak, ana akıma kapılmak gibi derdi olmayan özellikleriyle diğerlerinden farklıydı. Başka olumlu etkenler de sayılabilir tabi.

Mevsimler değişti, tekrar değişti derken bir sonbaharda, 32. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı zamanında derginin yeni sayısını almak için Özgür Yayınları'nın standına gittim ve aldım. O günün akşamında evde dergiye göz gezdirmeye başlayacaktım.

Burada da belirteyim, Atilla Birkiye'yi sonraları fark ettikten sonra bu dergiyi her aldığımda ilk olarak onun yazısını okurdum. Atilla Birkiye, "Kalemin Ucu" adıyla dergide yazılarını yazardı ve derginin en son yazısı, Atilla Birkiye'nin yazısıydı her zaman. E alışkanlık işte, yine dergiyi alıp içindekilere yarım yamalak baktıktan sonra Atilla Birkiye'nin yeni yazısını okumak için derginin son sayfasını açtım. Açtım da, bir de ne göreyim. Hiç alışık olmadığım, Editörden (Metin Celâl) diye bir yazı. Altındaki başlığı da "Tadında Bırakmak...".

Yazıda; derginin yedinci yılını doldurduğunu, Türkiye'deki dergiciliğin zorluğundan, yayıncılıktan vs vs bahsediyor Metin Celâl. Ve bu, 42. sayının son olduğundan. Tadında bırakmak'tan...

Derginin kapağında da kocaman "Tadında Bırakmak" yazıyor ama, insan düşünemiyor işte. Bu yazıyı okuduktan sonra hemen bende olmayan Özgür Edebiyat sayılarının listesini çıkardım. Fazla eksiğim yoktu hani. 9 sayı kadar eksiğim vardı. Onlar da peş peşe geliyordu zaten. Bir dönem alamadığım zamanın şimdiye yansımasıydı onlar da. Sonra alabileceğim tek yer olan yayınevinden gidip aldım. Şansım vardı ki istediğim sayılar vardı. Bu sayede ülkedeki yazın dünyasında bir süre var olmuş bu derginin bütün sayılarını tamamlamış oldum. Buruk bir sevinçle...

Yazık ki şu coğrafyada dergicilik zor bir iş. Hele hele böylesine popüler olmaktan uzak olanların, kendi kitlesini sadece dergisini çıkararak oluşturanların, reklam vermekten uzak olanların işi çok çok daha zor. Ne diyeyim. Umarız ki böyle yayınlar her zaman olsun. Bir tanesini kaybettik ama... halen bu türden az da olsa yayınlar, dergiler mevcut. Sonuçta, Ocak - Şubat 2014 tarihi ile 43. sayısını göremediğimiz Özgür Edebiyat Dergisi artık yok.