BAĞLANTILAR

12 Ekim 2014 Pazar

Anlamlar

Ne yazmalı, neyin üzerinde durmalı derken her şeyin birbirinin içinde yükselip alçaldığı hiçlik döngüsü hissedilir oldu. Kendi kendine, kendi içinde bir yok oluşun oluşmasıydı belki. Belki de hiçbir şey. Bazı zamanlar olur, birden ağırlık çöker bünyelere. Tüm perdeler kapanır. İçeride kalabalıklar olur. Kemiren, çarpışan, dağılan, yok olup tekrar gelen... Onlar yerinizi alır.

Öylece bir yaşanmışlığın ardındaki kayboluşun bütün ağırlığı gelir oturur bir boşlukta. Azlığının ya da çokluğunun önemi yoktur, bir şekilde gelir. İçeride var olan deniz akmaya başlamışsa bir kere, hep aynı akar olur. Kalabalıklar burada savaşırdı. Boğulduğu denize akan ne varsa, hangi yol varsa hepsini açıp daha da çıkmazın derinlerine inerdi onlar.

İçte var olan bu savaşta, benliğin tüm sisteminin değişim aşamasına girmesi kaçınılmazdır. Artık içerideki anlamlarla, gerçek hayattaki anlamlar uyuşmazdır. Sonra öyle zamanlar yaşanır ki, tüm kelimeler, cümleler anlamlarını yitirir. Anlamı bilinen her şey anlamsız olmaya başlar. Sorgulanır ve sorgulanmaz, her iki türlü de anlamlar erir kendi içinde. İçinden geçilen her koridor farklı bir boyuta çıkar olur. Gerçek, düşkurgusundaki anlamlarla iç içe geçmeye başlar.

Başlamıştı da. Hatırlarsın, kendi anlamlarımız vardı bir zamanlar. Herkesin dilinden çok farklı bir dil oluşturmuştuk, sadece bize özel olan. Bir ada vardı, yarasaların gece vakti başımızın üstünde uçuştuğu. Korkardık gözlerimize çarpacaklar diye. Ellerimizi siper etmiştik. Sarı sokak lambaları, sen, ben ve yarasalar. Gece vakti kimsenin olmadığı bir adanın kıyısında, serin esen rüzgarın alıp götürdükleri ve getirdikleri vardı. Dalga sesleri de anlatıyordu bir şeyler. Yalnız o dili bilmiyorduk henüz!.. Ama en azında bizim de bir dilimiz vardı. Bütün anlamlar, bizden geçince farklı olabilirdi artık. O adada bulunduğumuz bölgenin adı "Bebos Koyu" idi. Bu ismi de ben vermiştim oraya. Biz bilirdik sadece.

Deniz fenerinin yanıp söndüğü, dolunayın gecede ben de varım dediği bu zamanın dili, birden her şeyin tepetaklak olmasıyla yok olmaya başlamıştı. Bir koy nasıl yok olabilirdi diye düşünürken, dalgaların söylemeye çalıştığı buydu belki de. Belki de hiçbir şey... Bir koy, Bebos Koyu yok olmuştu. Belki de gitti... Boğulmuştu belki de denizine açılan tüm yolları açınca.

Artık kalanlar, benliğin içindeki kalabalıklardı. Her şeyi sadece onlar biliyor, onlar kendi arasında konuşuyordu bu dili. "Bebos Koyu" hakkındaki her şeyi onlar biliyordu. Dedikodularını, yaşanmışlıklarını ve daha birçok şeyi. Artık söyleyeceğim bir şey, konuşabileceğim bir dil kalmadı. Çünkü anlamlar da varlığıyla birlikte anlamını yitirdiğinde, geriye sadece benliğin kapalı perdeleri içinde var olan kalabalıklar kalmıştı. Benlik ve bu kalabalıklar aynı dilde konuşurdu. Aynıdır burdaki anlamlar. Uyumsuzluğu bilmez olur buradaki kalabalıklar. Ve onlar da ayrık olmaya, kendi denizinde boğulmaya başlarsa eğer, unutun tüm denilenleri... Benliği de.

Şimdi beni anlayamazsınız belki, belki başka bir şey. Belki anlayacağınız gün gelecek, ama o gün beni anladığınız yerde olmayacağım. Kendi kalabalığınıza bakarsınız tepetaklak olunca varoluşlar. Zaman içinde kendi benliğinizin içindeki kalabalığın yok oluşunu da izlersiniz, sizin de içinde olduğunuz. Bir gün, kasvetli bir umutla; yine de kendi yok oluşundan doğabilir bazı yok olanlar!.. 

(Taslaklardan - Ekim 2014)

1 yorum: